YAKLAŞAN DALGA ÜZERİNE 5
Başlıktaki eserin irdelemesini sürdürelim.
Sayfa 141: “…Tam da yürümeye yeni başlayan bir çocuğun zahmetsizce yapabildiği, ama robot bilimcileri onlarca yıldır uğraştıran türden eylemler. (Yazarın diğer sayfalarda anlatımlarına göre, robot bilimcilerinin, robotun en önemsedikleri eylemleri, bardakları alması ve kapıları açmasıdır.)
Sayfa 142: “Günümüzün robotları halâ popüler hayal gücündeki insansı robotlara benzemiyor çoğunlukla…Robotlar, insanlardan daha çok uzun süreler boyunca, çok daha geniş bir ortam yelpazesi içinde hassasiyetle çalışabilirler. Dikkatleri ve çalışkanlıkları sınırsızdır.”
Son cümlede bahsedildiği gibi, ileride daha geliştirilmiş olarak yapılacak robotların, dikkatlerinin ve çalışkanlıklarının insanlardan daha fazla olacağı aşikârdır.
Ama hayallerimizdeki insansı robotları gerçekleştirsek bile, robotlara insanların sahip oldukları bütün özellikleri verebileceğimizi iddia etmek çok çok zordur. Robotların, matematik ve karşılaştırma zekâlarının bizden daha hızlı olacakları kesindir. Ancak, insanda var olan diğer özelliklerden irade, vicdan, duygu gibi unsurlara sahip olacakları düşünülemez. Bilindiği gibi, kimi insan, iyiyi kötüyü bildiği halde, iradesini kötüden yana kullanır. Kimisi, iyiden yana kullanır. Kimi insan, fakirler ve yardıma muhtaç insanlarla karşılaştığında, vicdanını değil, cüzdanını seçer. Ya hiç ilgilenmez veya duruma göre, zayıf gördüğüne eziyet eder. Kimi insan vicdanının sesini dinler. Kendisinin zarar göreceğini bilse bile, yardım etmeye çalışır. Robotlar ise, neye kodlandılarsa, onu yapabilirler.
İnsansı robotları oluştursak bile, onların yemek yeme zevkinden bahsedilebilir mi? Kendisinde çalınan bir müzikten veya başka bir faaliyetinden zevk alması ya da bıkkınlık göstermesi düşünülebilir mi?
Robotlar, karşısındakinden nefret etmeye programlanmış iken, duyduğu bir söz veya bir olay üzerine, karşısındakini sevmeye başlayabilir mi? Robotların rüya görmeleri ihtimali var mı?
Bir robotun kendiliğinden üzülmesi ve üzüntülü haldeyken, oluşan yeni bir ortam karşısında içten gelen bir şekilde sevinerek gülmeye başlaması mümkün mü? Şehvet duygusuna sahip olması sağlanabilir mi? Bir robotun, bu duyguyla yanıp tutuşurken, yaşadığı bir olaydan etkilenerek, karşısındakine olan şehvet duygusunun nefrete dönüşmesi düşünülebilir mi?
Bir robotun, karşısındakini, kendi menfaati yönünde ikna edebilmek için, inandırıcı yalanlar uydurabilmesi, yalanların, robota yüklenen program dışında kaldığında, mümkün mü?
Sayfa 152: “Doğru atomik manipülasyonla, her şeyin her şeye değişebileceği bir dünya. Fiziksel evrenin tamamen şekillendirilebilir bir platform haline getirilmesi…hayali, tıpkı süper zekâ gibi, halen bilimkurgunun alanı içinde. Bu, daha onlarca yıl uzakta olan bir tekno-fantezi ama yaklaşan dalga süreci sonuçlanırken bu fantezi de giderek netleşecek…O halde, bu dalga sadece tarihin gidişatının derinleşmesi ve hızlanması değil, aynı zamanda ondan kesin bir kopuş anlamına geliyor.”
Yazarın son cümleciği olmasaydı, tekno-fanteziye inanıp inanmadığını anlayamayacaktık. Ancak son cümlesindeki “tarihten kesin bir kopuş” sözü, “her şeyin her şeye dönüşebileceği, fiziksel evrenin tamamen şekillendirilebilir bir platform haline getirilmesi” fikrine inandığını gösteriyor.
Biz geleceği bilemeyiz, sadece tahmin yaparız. Yazarın, kitabında teknolojiyle ilgili olarak yaptığı birçok tahminin gerçekleşebileceğine, bizim de inandığımızı açıkça beyan etmiştik. Hattâ bugün için çok iddialı olan sayfa 151 deki “örneğin atomik ölçekte bir nanomotor, dakikada kırk sekiz milyar dönebilir. Ölçek büyüklüğünde, hacim olarak yaklaşık on iki kum tanesine eşdeğer malzemeyle bir Tesla’yı çalıştırabilir” fikrinin bile gerçekleşme ihtimalinin olduğunu düşünüyoruz.
Yazarın, “her şeyin her şeye dönüşebileceği bir dünya, fiziksel evrenin tamamen şekillendirilmesi” şeklindeki hayaliyle tam olarak ne kastettiği anlaşılmıyor. Eğer, bilimin faydalandığı doğadaki bazı fiziksel kaynakları dönüştürme ve şekillendirmeden başka bir şey olduğu kastediliyorsa, bizce, hayali temelsizdir. Daha önce bazı örneklerini verdiğimiz gibi, bilim, doğadaki ve evrendeki fiziksel yapıyı değiştiremez. Ancak, geliştirdiği teknolojik uygulamalarla, doğadaki bazı fiziksel kaynakları dönüştürüp şekillendirerek faydalanma ve kullanım yöntemini değiştirebilir.
Yazar daha sonraki sayfalarında, teknolojinin dört temel özelliğiyle ilgili fikirlerini şöyle aktarmaktadır:
- Asimetrik oluşu: Sayfa 161; “Nasıl ki küreselleşmiş ve birbirine çok bağlı piyasalar finansal krizde hastalığı her yere yayıyorsa, teknoloji de aynısını yapıyor.”
- Hiper evrilmesi: Sayfa 163; “Yapay zekâ, yeni malzemelerin ve kimyasal bileşiklerin bulunmasına yardımcı olmaya başladı bile.”
Sayfa 164: “En güçlü bilgisayarlardan milyonlarca kat daha güçlü olan kuantum teknolojileri, bunun moleküler düzeyde gerçekleşmesine olanak sağlayabilir.”
- Her yerde kullanım: Sayfa 165; “Yapay zekânın en umut vaat eden alanlarından biri –ve bu tatsız tablodan çıkmanın bir yolu- otomatik ilaç keşfidir. Yapay zekâ teknikleriyle, olası moleküllerin geniş alanı tarayarak, yakalanması zor ancak faydalı tedaviler aranabilir.”
- Otonomi ve ötesi: Sayfa 171; “Yaklaşan dalganın çelişkisi, getirdiği teknolojiler bizim ayrıntılı düzeyde kavrama kabiliyetimizle büyük ölçüde dışında olsa da, onları yaratma ve kullanmanın halen kabiliyetlerimiz dâhilinde olmasıdır.”
Yazarın, teknolojinin dört temel özelliği olarak aktardığı bu fikirlerine, biz de katılıyoruz.
Yazar, Goril Problemi sözünü, sayfa 172’de bir bölüm başlığı olarak kullanıyor. Yapay zekâ araştırmacısı Stuart Russell’a ait olan “Goril Problemi” kavramını, yazar kısaca şöyle açıklamaktadır: “Goriller, insanlardan daha güçlü ve sağlamdır. Ama cılız kaslarımıza rağmen, büyük beynimizle onları hayvanat bahçesine kapatıp dizginleyen bizleriz.”
Sayfa 172: “Bizden daha akıllı bir şey yaratarak, kendimizi primat kuzenlerimizin pozisyonuna sokabiliriz. Uzun vadeli bir yaklaşımda Yapay Genel Zekâ senaryolarına odaklananlar endişelenmekte haklılar.”
Yazarın bu ifadesinden ilk anlaşılan, bizim atalarımız olan insanların (yazarın tanımıyla homo teknolojikus), binlerce yıl önce, primat kuzenlerimiz tarafından yapay zekâ benzeri bir şekilde oluşturulduğu, bizim de, bizi yaratan primat kuzenlerimizi yok ettiğimiz fikridir. Bu fikrine dayanan yazar, şimdi de bizim oluşturacağımız Yapay Genel Zekâların da, ileride bizleri yok etme ihtimalinden endişelenmekte haklılar diyor.
Yukarıdaki primat kuzenlerimiz hususundaki ifadeler, yazarın sayfa 117’de aktardığı “yaşam, kendi kendini yöneten, rehbersiz bir süreç içerisinde, çok yavaş bir halde evrildi. Sonra, sadece şu son birkaç on yılda, yaşamın ürünlerinden birisi olan insanlar her şeyi değiştirdiler.” sözleriyle çelişiyor.
Eğer yaşam, çok yavaş bir süreç içerisinde evrildiyse, primat kuzenlerimiz nasıl yok oldular?
Eğer onları, yani primat kuzenlerimizi, onların yarattığı bizler yok ettiysek, bizim bu gelişmelerden sonra, neden birdenbire zekâmız durdu, teknolojimiz yok oldu ve bugüne kadar çok yavaş bir halde evrildik?
Eğer biz, primat kuzenlerimizin zaman içerisinde çok yavaş evrilmesiyle bu hale gelmişsek, son birkaç on yılda yaşadığımız söylenen çok hızlı evrimleşme nasıl oluştu?
Bu cevabı zor soruları düşünürken, yazarın sayfa 173’de homo teknolojikus olarak nitelediği bizlerin, kendi yaratımımızın altında kalabileceğimizi ifade ettikten sonraki şu sözlerine bakalım: “Bunlar gibi riskler varken sorulacak asıl soru, bunu kaçınılmaz olarak görmemenin neden bu kadar zor olduğudur.”
Hâlbuki bizce, asıl soru bu değil. Çünkü mantıklı düşünülünce, hiçbir yaratıcının, kendisinden her yönden daha üstün bir varlık yaratmayı düşünmeyeceği gibi, düşünse bile, gücünün de yetmeyeceği aşikârdır. Bu kesin gerçeğe rağmen, bir an için, yazarın haklı olduğunu varsayalım. Böyle bir durumda, bizim yarattığımız ve bizden daha üstün varlıkların, bizi yok etmek yerine, bizleri kendiişlerinde esir olarak kullanmayı düşünmeleri daha akla yatkındır. Bir başka akla yatkın olan husus da, bizim yarattıklarımızın, insanımıza ve gezegenimize vereceği zararın, kötü niyetli insanların yeni teknolojileri kendi menfaatlerine kullanmalarıyla verecekleri zarardan daha az olacağıdır. Çünkü bizim yarattıklarımız bizden daha üstün iseler, bu gezegende yaşayabilmenin hevesini ve mutluluğunu tadacaklardır. Dolayısıyla, gezegene bizden daha az zarar vermeye çalışacaklardır.
Nitekim yazarın sayfa 298-300 arasında, 1980’lerde kurulan Japon Aum Shinrikyo (Yüce Gerçek) isimli kıyamet tarikatı hakkında bize verdiği bir bilgi de bizim bu fikrimizi desteklemektedir. Yazara göre bu tarikat, kıyametin yakında kopacağına ve yalnızca kendilerinin hayatta kalacaklarına inanıyor. Bu tarikat, bünyesinde bilim insanları da olan 40-50 bin üyeye ve bir milyar dolardan fazla varlığa sahip olmuş. Başka insanları topluca öldürmeye çalışmışlar. Ama bu teşebbüsleri, biraz şans eseri, biraz da yetersiz teknolojileri sayesinde felâkete yol açmamış.
Bizim yarattıklarımızın, bizim kötülerimizden daha az zarar vereceklerini düşünmemin bir başka sebebi, bizden daha üstün olan yapay genel zekâların, akıllarını biz insanlar kadar “hinliğe” çalıştıracaklarına daha az ihtimal vermemdir. Ayrıca bizden üstün olarak yarattığımızı farzettiğimiz bu yapay genel zekâların, kendi nesillerini sürdürebilecekleri özelliklere sahip olma ihtimallerinin yok seviyesinde olmasıdır.
Takdir edileceği gibi, toprağa ne ekersek onu biçeriz. Arpa ektiğimiz yerden buğday çıkacağını düşünmek ne kadar mantıksızsa, yapay zekâların da, bizim verdiklerimizden başkasını bize vermesi düşünülemez. Bir hastalığı, yapay zekâ ve biyoteknolojideki gelişmeler, bizden daha çok iyileştirebilir. Ama biz hasta ile ilgili verileri yapay zekâlara yanlış yüklersek, yapay zekâ da yanlış karar verir.
Kelvin Kelly’nin “Üretkenlik, robotlar içindir. İnsansa, boşa vakit harcama, deneyler yapma, oynama, yaratma ve keşfetmede üstüne yoktur.” sözü gerçeği anlatmaktadır.
Mustafa Süleyman’ın eserinde, bazılarının “Tanrı’yı, insan yarattı” şeklinde bir anlayışa yol açabilecek olan bazı ifadelerin, yazarın diğer bölümlerdeki aynı konuyla ilgili aktardıklarıyla çelişmekte olduğunu gördük. Demek ki, Yaklaşan Dalga kitabına dayanarak, Tanrı’yı insanın yarattığını iddia etmek, en hafif deyimiyle, yazarı kendi fikirlerine alet etmektir.
Bing-Bang teorisi bile, Tanrı’nın, kâinatı sıfırdan yarattığını ifade ederken, zihninin ve yaşadığı ortamın sınırları olan insanın, sıfırdan; akıllı, şuurlu ve duygulu bir canlı yaratacağını iddia etmek, önüne daktilo konulan bir maymunun, Shakespeare’in Hamlet eserini yazabileceğini savunmaktan daha imkânsızdır.